TARİHİ YARIMADA DEĞİŞİYOR
Uçak Atatürk Havalimanı’ndan kalkıp İstanbul üzerinde yarım bir tur atarken aşağıya bakıp manzarayı ilk gördüğümde şaşırıp kalmıştım. Tarihi Yarımada’nın yanına konumlandırılan ve inşaatı bitmek üzere olan Yenikapı Miting Meydanı yarımadanın doğal sınırlarını değiştirmişti. Buna nasıl izin verilebildiğini halen anlamış değilim. Üç bin yıllık bu önemli tarihi bölgeyi mümkün olduğu kadar doğal haliyle korumak bize düşen bir sorumluluk değil miydi? Bu şehrin yönetici bürokratları, tarihçileri, kültür insanları, hepimiz buna nasıl bu kadar sessiz kalabildik?
Tarihi Yarımada’nın sadece topoğrafyası değil insan profili de değişiyor. Aksaray’dan Fatih’e doğru yürürken bu bölgede önemli bir Suriyeli mülteci nüfusunun varlığını farkediyorsunuz. Birçok Suriyeli iş yerinin bulunduğu Akşemsettin Caddesi boyunca yürürken size Arapça konuşmalar ve Arap müziği eşlik ediyor. Fatih Camisi yanındaki Malta Çarşısı adeta bir Suriye pazarına dönüşmüş.
Malta çarşısı’ndan çıkıp Edirnekapı’ya doğru yürüyorum. Ara sokaklarda bir kaç küçük mescit, kilise , eski çeşme gibi tarihi mekanların sunduğu rastlantısal güzelliklerin dışında göze güzel görünen bir şey yok. İnsan ve trafik kalabalığı, çaresizlik ve bakımsızlık buradaki yaşama sinmiş gibi. Buralar 40-50 yıl önce de çoğu ahşap binalarda yaşayan insanlarıyla mütevazi yerlerdi. Ama, kendine göre bir hayatı ve üslubu vardı.
Edirnekapı surları’na ulaşınca Tarihi Yarımada’nın batıdaki son noktasına varmış oldum. Marmara denizi yönüne doğru dönünce biraz sonra Sulukule semtine geliyorsunuz. On yıl önce bu bölgede yapılan birkaç katlı, modern ama özelliği olmayan evler buranın tarihi dokusunu tamamen değiştirdi. Son on yıla kadar burada yaşayan Roman vatandaşların atalarının bu bölgeye yerleşimi Fatih Sultan Mehmet’in fethinden çok öncelere gidiyor. Bu otantik topluluğun buradan kovalanmasıyla bölgenin eski yıllara giden sosyolojik yapısıda değiştirilmiş oldu.
Biraz daha aşağı yürüyünce Vatan caddesine ulaşıyorum. Caddenin bulunduğu hatta eskiden Bizansın Lykos deresi akıyordu. Derenin surlar arasından, Sulukule kulesi denilen noktadan şehre girdiğini gözünüzün önüne getirebiliyorsunuz. Bu derenin geçtiği yatakta 1957 yılında yapılan Vatan caddesi üzerinde şimdi iki sıralı yoğun bir trafik akıyor. Buradan ters istikamete dönüp bu sefer surlara paralel olarak Haliç istikametine doğru yürüyor ve Eğrikapı’ya varıyorum. Yarımada’nın muhteşem tarihinin derinliğini simgeleyen bir kısmı yıkılmış bu tarihi surlar şehrin hüznünü yorgun gözlerle seyrediyor gibi duruyorlar. Yarımada içindeki sokakların hemen hemen hepsini biliyorum. Eğrikapı son Bizans sarayının bulunduğu yer. Bu saraydan şimdi hiçbir iz kalmaması üzücü. Fetih sırasındaki Bizans Kralı Konstantinos fethin engellenemeyeceği anlaşılınca saraydan kılıcıyla çıkıp Osmanlı askerleriyle burada çatışmaya girmiş. Mümkün olsa idi, bu cesur ve gözü kara kralla Tarihi Yarımadada birlikte bir tur atmak isterdim. Uzun bir yürüyüş sonrasında sanırım bana şöyle derdi;
“Bizden sonra buralar çok değişmiş”.
Ben de şu cevabı verirdim;
“Sorma! Sadece benim zamanımda bile çok değişti”.