YEMEK YEMENİN KEYFİ KAÇIYOR

Tabağımdaki tavuğa bakıyor ve bunu yemenin ne kadar keyifli olabileceğini düşünüyorum. Organik bir tavuk olmadığına göre muhtemelen antibiyotik içeriyor. Bu zavallı tavuğun dar, sıkışık bir kümes içinde, hiç gün yüzü görmeden, genetiği değiştirilmiş mısır ve soyalı yemlerle hızlı bir şekilde büyütüldüğü gözümün önüne geliyor. Aldığım lokma ağzımda büyüyor, yutmada zorlanıyorum.

Arkadaşımın tabağındaki ete bakıyorum. Acaba bu etin orijini ne? Kim bilir kaç kilometre uzaklıktan getirilen bir hayvanın eti. Çok muhtemelen hayvan refahına özen göstermeyen büyük çiftliklerde, gün ışığına çıkarılmadan suni yemlerle beslenmiş bir hayvan olmalı. Çocukluğumuzdan bildiğimiz açık havada dolaşan ve otlayan danalara göre şansız bir hayatı olmuş. Bu koşullarda yaşarken antibiyotik ve hormon gibi veteriner ilaçlarıyla da tanışmış olmalı.

Masamızdaki salata ve meyveler için de benzer kaygılarım var. Bunların pestisit ve diğer tarım ilaçlarının kalıntılarını sıklıkla taşıdığını biliyorum. Tabağımda tavuğun yanında garnitür olarak mısır taneleri var. Bu altın sarısı renkteki mısır tanelerini  yıllarca severek yedim. Günümüzde, bunların genetiği değiştirilmiş tohumlardan üretilmiş olduğuna dair ciddi şüpheler var. Ayrıca, mısır ve bir çok farklı sebze tohumunun hibrit tohum halinde temin edilmesinin ve çiftçilerin bu tohumları her yıl büyük firmalardan alma zorunda bırakılmasının ekolojik sistemi bozan bir manipülasyon olduğunu düşünüyorum.

 Çevresel konularla ilgili kaygılarım  bazı başka olumsuz düşünceleri de tetikliyor. Tarım ilaçlarının ve sentetik gübrelerin yoğun  kullanımı tarım alanlarını kimyasallara boğuyor, toprağı ve suları kirletiyor. Daha çok verim alma ve ürünleri daha ucuza elde etme uğruna topraklarımızı heba ediyoruz. Verimlilik esaslı yaklaşımla çiftliklerde de yaşam dengelerini bozacak şekilde hayvancılık yapıyoruz. Milyonlarca çiftlik hayvanının çıkardığı gazlar küresel ısınmanın önemli bir nedeni. Ortaya çıkan büyük miktardaki hayvan dışkısı toprakların ve suların kirlenmesine neden oluyor. Endüstriyel tesislerden çıkan gaz ve sıvı atıklar tarımsal alanları zehirliyor, kara ve su canlılarının yaşamını etkiliyor. Dünyada bir çok bitki ve hayvan cinsinin giderek azalması bu olumsuz durumun somut bir kanıtı. Belli ki tarımsal sistemimizde çok ciddi hatalar yapıyoruz.

Geçmiş yıllarda tükettiğimiz gıdalar doğal yaşamla uyumlu gıdalar idiler. Bunları yer ve bu nimetleri verdiği için Allah’a şükrederdik. Şimdiki durum artık farklı. Yediklerimiz artık bir nimet gibi gelmiyor. Günümüzde dünyada ki doğal dengeleri bozan bir sistem içinde üretilen gıdaları tüketiyoruz ve bu gıdalar sağlığımız için çeşitli tehlikeler içeriyor. Farkında olanlar için böyle gıdaları tüketmek ne kadar keyifli olabilir ki?

Antalya’daki bir çiftçinin binbir emekle üretip kilosunu 50 kuruşa satabildiği portakalı büyük şehirlerde 5 TL’ye alırken birçok aracıya haksız para kazandırıyor olmanın rahatsızlığını hissediyoruz. Az gelişmiş ülkelerden ithal ettiğimiz bazı gıdaların boğaz tokluğuna çalıştırılan çocuk işciler tarafından üretiliyor olması da vicdanımızı sızlatıyor.

Dünyadaki doğal kaynakların daha fazla kirlenmesini engellemek ve sonraki nesillere de sağlıklı beslenebilme fırsatı vermek için gıdalarla olan ilişkimize artık ilkesel bakmalıyız. Gıda seçimimizde ekolojik sistemi gözeten, gıda üreticilerine saygılı, emek sömürüsüne karşı çıkan, hayvan refahına dikkat eden bir tutum almalıyız. Bu kapsamda artık daha az et yemeyi göze almalıyız. Sadece mevsiminde çıkan meyve ve sebzeleri tüketmekle yetinmeliyiz. Yerel ürünleri tercih ederek bölge çiftçilerini desteklemeliyiz. Gıda atıklarını azaltma konusunda  özenli olmalıyız. Tüm tarımsal üretimin iyi tarım uygulama prensiplerine göre yapılmasını destekleyerek topraklarımız, sularımızı ve dolayısıyla gıdalarımızı kimyasallardan mümkün olduğunca arındırabiliriz. Bunları yaparak gıdalarımızı tekrar nimet haline getirebiliriz ve ileride çocuklarımız bizi takdirle anarlar.

Prof. Dr. Nezih MÜFTÜGİL

Ağustos / 2020

Print Friendly, PDF & Email