BİZ NE YİYECEĞİZ PEKİ ?

Yukarıdaki başlık geçen hafta bir gazetenin köşe yazısında yer aldı. Yazar, son günlerde gündemimize giren şarbonlu eti işaret ederek insanlarımızda yiyeceklere karşı oluşan kaygıyı konu yapmıştı. Gerçektende birçok insanın sağlıklı gıdaya ulaşma konusunda kafası karışık. Şarbonlu et haberleri bu tedirginliği tekrar tetikledi. Benzer birçok durumda olduğu gibi yine  resmi makamlardan tatmin edici bir bilgi gelmedi ve konu spesikülasyonlara açık kaldı. Her ağızdan farklı sözler duyduk. Bazıları kırmızı et tüketimini azalttıklarını söylediler. Uzmanlar ithal hayvanların şarbonlu olamayacağını belirtirken bazı lokantaların girişlerinde “ iş yerimizde ithal et kullanmıyoruz” notlarını gördük.

İnsanların tükettikleri gıdaların sağlıklı olması konusundaki kaygılarının haklı nedenleri var. Bu konuda, yazılı ve görsel medyada sıklıkla yer alan haberler doğal olarak insanları tedirgin ediyor. Bu kapsamda, et ve tavuklardaki hormon ve antibiyotik kalıntılarının, meyve-sebze ve tahıl ürünlerindeki tarım ilacı kalıntılarının bu gıdaların tüketimiyle vücudumuza girebildiğini biliyoruz. Hızla kirlenen deniz ve nehirlerdeki balık ve su ürünlerinin civa ve diğer ağır metalleri içerebildiğini de öğrendik. Bazı tarım ürünleri ve özellikle hayvan yemleri GDO’lu maddeler içeriyor. Birçok gıdanın ve suyun ambalajlanmasında kullanılan plastikler gıdaya tehlikeli plastik kimyasalların geçmesine imkan veriyor. Endüstriyel boyutta üretilen ve ambalajlanmış gıda maddeleri kimyasal katkı maddeleri içeriyorlar. İnsanlar markette satılan yoğurtların nasıl oluyor da bu kadar uzun süre bozulmadan kalabilmesini  , kümeste yetişen piliçlerin 45 günde  kesilebilir hale gelmesini, undaki glütenin yapısının niçin değiştiğini merak edip sorguluyorlar. Şekerli gıdaların  bir çoğunun glukoz şurubu içermesi ve bunun insulin dengesini bozması bir diğer endişe konusu.

Bunlara birde gıda tağşişini ilave etmek gerekir. Tağşiş ürünlerin  değerini haksız yere  artırmak için yapılan bir manipülasyondur. Gıda üreticileri bunu mamullerine değeri daha az ve bazen de zararlı bir maddeyi karıştırarak yaparlar. Bal, peynir, zeytin yağı, salam, sucuk, mercimek ve baharatlar başta olmak üzere bir çok gıda  tağşişe müsaittir. Dürüst olmayan kişi ve firmalar özellikle pahalılığın artığı dönemlerde tağşiş yapmaya daha meyillidirler. Gıda maddelerinin fiyatlarının hızla yükselişe geçtiği günümüzde bu tehlikenin altını bir kere daha çizmeliyiz.

Organik gıda tüketerek  vücudumuza sağlıksız kimyasal maddelerin alınmasını minimize etmek mümkündür. Ama, çok iyi biliyoruz ki miktarı sınırlı ve pahalı olan organik gıdalar büyük insan kitlelerinin sağlıklı gıdaya ulaşmasının çaresi olamaz.

Peki ne yapmalıyız ? Bu konuda sık yapılan bir öneriyi ben de tekrar etmek isterim; Markalı ürünler yani, genellikle büyük endüstriyel firmalar tarafından üretilen gıda maddelerinin sağlıksız kimyasal maddeler içerme ihtimali azdır. Bu tür firmalar yasal kuruluşlar ve tedarikçileri tarafından daha sık denetlenirler ve özellikle markalarını koruma konusunda duyarlı oldukları için hatalı uygulamalardan çekinirler. Bu firmaların ürünlerini kullanırsak sağlıksız gıda tüketim ihtimalini azaltırız. Yani, et, süt, tavuk, pirinç, peynir gibi riskli gıda maddelerini  markalı firmaların ürünlerinden almalıyız. Bu yaklaşımla, gıda kaynaklı sağlık sorunlarına karşı kendimizi daha sağlıklı bir alanda tutabiliriz. Bu konuda , daha az güvencede olan insanlar maalesef gelir seviyesi düşük olan insan kitleleridir. Bu grupta olan insanlar daha ucuz olan yerel ürünlere veya küçük ve orta boydaki üreticilerin mamullerine rağbet ederler. Bunlar marketler yerine açık pazarlarda veya küçük işletmelerde satışa sunulur. Bu işletmeler arasında bakanlığa kaydı olmayan firma sayısı az değildir. Denetimlerden uzak kalabilen bu işletmelerin ürünlerinin sağlıksız maddeler içerme ihtimali yüksektir. Dolayısıyla, asıl korunması gereken halk kitleleri bu özellikte olanlardır ve yine vurgulayalım ki alım gücünün daha da düştüğü bu günlerde bu kitlelerin daha da çok kollanmaya ihtiyacı vardır.

Prof. Dr. Nezih MÜFTÜGİL

Haziran / 2017

Print Friendly, PDF & Email